Kendi halinizden memnun olmazsanız mutlu olamazsınız. Elinizde olanların farkında olmazsanız mutlu olamazsınız. Birçok insan, maalesef çok doyumsuz bir karaktere dönüşmüş, bir türlü doymuyor. Tabii ki her zaman daha iyisini, daha güzelini istemek yanlış değil. Ama önce bir sakinleşip elimizdeki nimetlere bir bakalım. En önemli nimet sağlığımız. Hepimizin etrafında o kadar çok sağlığını kaybetmiş insan var ki. Mutsuzum diyen insanlar hastaneleri gezseler, ellerinde ne gibi bir nimet olduğunu çabucak kavrarlar. Şükretmeyi unuttuk. Bütün dualarda da “estağfurullah” ve “elhamdülillah” derken “özür dilerim”, “teşekkür ederim Allah’ım” deriz. Tabii bunları ezberlenmiş lakırdı gibi tekrarlarsanız anlamsızlaşır. İşte bunları papağan gibi özünü anlamadan değil de gerçekten anlamının farkında olarak tekrarlamak lazım. Tabii ki hayallerimiz yüksek olmalı, tabii ki daha iyisini isteyelim ama bununla beraber şükredelim. Şükretmiyor ve elimizdekilerle tatmin olmuyoruz artık. Yıllar boyu hayal ettiğimiz evi satın alıyor ama satın aldığımızda heyecanımızı yitiriyoruz. Her şey hemen anlamını yitiriyor.
Tüketim çılgınlığı, insanları her geçen gün biraz daha fazla harcamaya itiyor. İnsan kendi öz duygularını kaybetmemeli. O noktayı kaybettikten sonra artık bunun geri dönüşü yok, sınırsızca istemeye başlıyoruz, doyumsuzlaşıyoruz. Freni patlamış kamyon gibi oluyoruz. Biraz sakin olmak lazım. Durmak, gözlemlemek lazım. Farkındalık burada başlar. Elimizde neler var, bunlara bakmalıyız. “Sağlıklıyım, ailem var, kariyerim iyi… Ama arkadaşımın sahip oldukları daha çok, benimkiler az!” diye düşünerek panik oluyoruz. Kendimizi, güzelliğimizi bir başka resimle, bir başka kişiyle kıyaslıyoruz. Dış görünüşümüzü, evimizi, arabamızı, taktığımız takıyı, hatta çocuklarımızı bile kıyaslıyoruz. Ancak sakinleşirsek hayatın farkına varabiliriz. Bunu hiçbir zaman unutmamak gerek. Yıllar geçip gittikten sonra neden elimdekilerin kıymetini fark edemedim dememek için bizi kontrolden çıkaran hırslarımızdan kurtulmalıyız. Sağlıklı, iyi bir aileye sahip, kariyeri yüksek, iyi okullardan mezun olmuş ama sadece bardağa boş tarafından bakarak fazla kiloları yüzünden hayatını sorun haline getiren kişilere ve benzerlerine sık rastlarız. Bardağın üst tarafında bir miktar boşluk kalmış, o kadar da olsun yani! Kimse dört dörtlük değildir. Zaten her şey nasıl dört dörtlük olabilir ki?
Uçan kuşları, hışırdayan yaprakları, sabah uyanan güneşi hissettiğimizde hayatın anlamını fark edebiliriz. Beş duyu organımızı biraz daha bilinçli kullanıp yanımızdan akıp giden hayatı fark etmeye başlayalım. Biz dünyaya sadece çalışmak, para kazanmak için gelmedik. Başarılı olmak tabii ki hoş bir şey. Ama hayatı yolculuk olarak düşüneceksiniz, o yolculuktan zevk alacaksınız. Bir otobüs yolculuğu düşünün. Siz yol boyunca gözlerinizi kapatıp son durağa geldiğinizde gözlerinizi açarsanız, bütün yol-culuk boşa gitmiş olacak. Boşuna yolculuk etmeyin, zevk alın.
Mutlu olanlarla olmayanlar arasındaki tek fark “yapmak”tan geçiyor. Kıyaslamamalı, şükretmeli, sakinleşip durabilmeli ve kendimize şöyle bir bakmalıyız. “Şu anda, şimdi hayatımda neler oluyor?” diye sorabilmeliyiz. Mutsuzluğun en büyük nedeni elimizdekilerin farkında olmamaktır. Şükretmezsek evren bize şükredeceğimiz şeyler vermez. Sen onu takdir etmiyorsan, teşekkür etmiyorsan, şükranlarını belli etmiyorsan, o da sana aynı şekilde takdir göremeyeceğin, hak ettiğini alamayacağın olaylar verir. “Evren ayna gibidir. Sen neysen, sana onu verir.”
Biz bu evrende misafiriz, buraya geldik ve bize verilen nimetlere teşekkür etmeliyiz. Bir eve gittiğimiz zaman bize bir şey ikram edildiğinde teşekkür ediyorsak, evrenin bize verdiği nimetlere de teşekkür etmeliyiz, şükretmeliyiz. Şükrettikçe şükredeceğimiz şeyler de artar!